Eğitim ve İşsizlik Sorunu

Bir ülkeyi kalkındıracak en büyük gücün Eğitim olduğunu düşünüyorum. Gelişmiş ülkelerde de örneklerini gördüğümüz gibi, bilgiye yapılan her yatırım, dolaylı ya da dolaysız mutlaka ülke ekonomisine olumlu bir katkı sağlıyor. Fakat  günümüz dünyasında  eğitim kadar önemli bir diğer konuda ,eğitilmiş genç nüfusun istihdamı… İşsizlikle mücadele konusunda her ne kadar bazı girişimlerde bulunulsa da  , genç nüfusu oldukça fazla olan ülkemiz için bu çalışmalar yetersiz kalmakta…Ben hepimizin bildiği üzere bazı temel sorunları dile getirmek istiyorum.

“İşsizlikle nasıl mücadele edebiliriz?”  sorusuna cevap için, öncelikle sanayi ve üniversite işbirliklerinin arttırılması gerektiğini düşünüyorum. Günümüzde en büyük problemlerin başında, üniversitelerin müfredatlarını yenileyememesi… , özellikle teknik bilgi ve beceri gerektiren bölümlerde bu büyük bir sıkıntı. İş dünyasında kullanılan programlar ve teorik bilgiler daha farklı ve güncel durumdayken, üniversitelerde 10-15 yıl öncesinin programları ve teorik bilgileri halen öğrencilere gösterilmekte, böylece bir öğrenci mezun olduktan sonra , 4-5 yılda harcadığı paranın üzerine, ekstra paralar vererek kurslara gitmek ve kendini geliştirmek zorunda kalmaktadır. Tabi bu yine de yeterli değil, kariyer.net , yenibiris.com… vb. iş arama sitelerinde başvurulan pozisyon için, birçok İK Uzmanı belki de mecburen filtreleme yaparak başvuran çoğunluğu eliyor.  

Yani bu ne demek oluyor? , ” 2 senelik iş tecrübesi şartı” ve “sadece şu  üniversitelerden mezun” vb. filtrelemesi sonucunda senin birikimlerini, aldığın eğitimleri , harcadığın paraları … vb. görmezden gelerek seni ve hayallerini eliyor. Sonuç itibariyle idealist ve kendini yetiştirmiş birçok nitelikli işsiz topluluğuna her gün binlercesi ekleniyor.   Ve her yeni mezun üstüste yaşadığı hayal kırıklıkları nedeniyle , kendine haklı olarak  şu soruları  soruyor;

”Beni işe almadığınız sürece ben bu tecrübeyi nasıl ve nereden edinebilirim? ” ve  “Madem ben iş bulamayacaktım neden bunca yıl okudum? …”

Hepimiz için gerçekten çok anlamlı ve bir o kadar da üzücü ve Büyük sorunların soruları bunlar… Bu işe şirketler bazında bakacak olursak belki de onlarda haklı , “bir elemanı eğitmek en az 6 ayımı alıyor, bu benim için ekstra külfet oluşturuyor.” diye düşünüyor. Kimileri de çözüm üretiyor ve kendi iş akademilerini kurarak, kendi elemanlarını kendileri yetiştirmeye çalışıyor. Ama bu çalışmalarda tabi ki yetersiz bir düzeyde kalıyor. Günümüzde her firmanın kendi eğitim departmanını oluşturması ve iş akademilerini kurması da mümkün durumda değil, zira herkes kendi elemanını yetiştirecekse de, o zaman “Üniversiteler hayatımızda neden var?”  Sorusunu sormamız gerekiyor. Ki öncelikli olarak bütün üniversitelerin ve eğitim faaliyetlerinin yürütüldüğü kurumların bu soruyu kendilerine sorması gerektiği düşüncesindeyim. Büyük holdinglerin bir kısmı da akademi değil, kendi özel üniversitelerini kurarak bu durumdan hem maddi kazanç, hemde kendilerine nitelikli eleman yetiştirme girişimine girmiş bulunmaktalar. Son zamanlarda ülkemizde giderek sayıları hızla artan özel üniversiteleri de açıkça görmekteyiz. Evet, eğitimin yaygınlaştırılması ve daha fazla yetişmiş nitelikli işgücünün oluşturulması adına gayet güzel , fakat yetişmiş nitelikli işgücüne istihdam sağlamanın da aynı oranda artırılması da zorunlu bir gereklilik. Bu düşünceyle her yıl üniversitelerde kontenjan sayılarının artırılması da çok yanlış bir uygulama. Bir kere herkes üniversite mezunu olmak zorunda gerekliliğini değiştirmek zorundayız. Bu iş öyle komik bir hal aldı ki ; artık mahallede ki küçük marketler bile,  eleman alımında üniversite mezunu, çok iyi derecede İngilizce bilen eleman arama moduna girdi…

Mesela ; ünvandan çok , bilginin daha değerli olduğu bir ülkeyi , Avrupa Birliği ülkesi,  Almanya’yı ele alacak olursak, herkes üniversite mezunu değil, fakat üniversite mezunu olmayan bir kişide, aldığı verimli mesleki eğitimi sayesinde rahatlıkla iş bulabilmekte, ülkenin ekonomik gücü sayesinde de gayet iyi bir maaşla da çalışabilmekte. Ve en önemlisi, mesleğini gurur duyarak söylemekte. Bizde ki gibi 2 yıllık mı, 4 yıllık mı, açıköğretim mi, örgün mü, ikinci öğretim mi, hangi üniversiteyi bitirdin,mesleğin nedir? gibi etiketlerle,ünvanlarla, sorularla boğuşmamakta. Böylece Almanya da ki üniversitelerde de, ülkemizde olduğu gibi bir yoğunluk yaşanmamaktadır. Ülkemizde ise , mesleki eğitimin gelişmesi ve yaygınlaştırılması amacıyla her ilde, ilçede hatta köylerde kurulan Meslek yüksekokullarının da , şu anda maalesef il ve ilçe halkına ekonomik kazanç sağlamaktan başka bir getirisi olduğunu düşünmüyorum. Bu yapılan ciddi yatırımların etkin ve verimli bir hale getirilmesi için özellikle müfredat bazında , sanayiyle uyumlu inovasyon çalışmalarının yürütülmesi gerekliliğini tekrar ederek ,  işverenlerin ve sonrasında  toplumdaki herkesin, Meslek Liseleri ve Meslek Yüksek Okullarının önemi hakkında bilinçlendirilmesi gerektiğini düşünüyorum.

Tartışmasız bir şekilde, toplumumuzun büyük bir kesiminde hala daha Meslek Liseleri, Meslek Yüksek Okulları ve ayrıca Açık Öğretime karşı da önyargıları mevcut durumda. Einstein’ın meşhur ;

“Önyargıları parçalamak, atomu parçalamaktan zordur…”

sözü de bu konu hakkında toplumun şuan ki yaklaşımını çok iyi özetliyor. Fakat bizler önyargılarımızı kırmadığımız sürece, yanlışlarımızı da açıkça göremeyeceğimiz ve düzeltemediğimiz her yanlışında toplumumuza olumsuz bir katkı sağlayacağı gerçeğinin de farkına varmalıyız. Kısacası; işsizlikle mücadelenin toplumun her kesimini ilgilendiren , daha genel bir sorun olduğunun ve çözüme ulaşabilmemiz içinse , birlikte daha temele inerek, yapıcı, eleştirel ve çözümsel yaklaşım sergilememiz gerekliliği üzerinde durarak yazıma son veriyorum. Değerli vaktinizi ayırıp okuyan ve yorumlarını esirgemeyen herkese çok teşekkür ederim.

İsmail MURSALLI